Mimarlığın temel uğraş alanı insanlar ve yaşamı biçimlendirme. Bu nedenle, ne zaman yerinden etme, göç gibi konular gündemde olsa, o zaman mimari de gündeme gelmeli. Mimarlık temelde bir yaşam alanı sunmakla ilgili. Bu dönemde dünya üzerinde olan bitene karşı mimarlığın yalnızca estetik değil, etik ve politik bir tepki vermesine ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.
Mimarinin bir dil olduğunusöylüyorsunuz. Eğer öyleyse bu dildeki en önemli sözcük ne?
“Konukseverlik” olduğunu söylerdim. Hepimiz dünyada misafiriz. Onun sahibi değiliz. Gelecek kuşaklar için, daha iyi bir dünyada yaşabileceğimiz bilinciyle hareket etmemiz gerekiyor.
Mimarlık günahkar bir meslek mi?
Kesinlikle evet. İlgisiz kalma, çirkinlik yaratma, ahlakdışı davranma gibi pek çok günaha sahip. Aslında mimarlığın günahları insanoğlununkilerle aynı.
Stüdyonuzu, mimarinin optimizm üzerine kurulu bir pratik olduğuna inanan mimar ve tasarımcıların bir araya geldiği yer olarak tanımlıyorsunuz. Optimizme inanmanın gücü bizi nereye götürecek?
Kim bilir... Ama, işlerin bürokratik ve teknokratik olarak yürüdüğü bir noktadan daha iyi bir yere taşıyacaktır. Bizi, hayatın merkezinde insanların olduğu çok daha şiirsel ve ferah bir yere götürecektir. Bu anlamda bizim bu dünyadaki varoluşumuzla ilgili her şeyin olumlu bir noktaya gittiğine dair radikal bir dönüşüm söz konusu.
Amerikalı-Polonyalı bir mimar olarak, mesleğinize taşıdığınız kültürel kodlar var mı?
Elbette. Hayatım boyunca 25 farklı adresim oldu ve farklı kıtalarda, kentlerde yaşamış olmak, kesinlikle bir mimar olarak kimliğimin bir parçası...
Dünya Ticaret Merkezi master planı gibi çok hassas bağlama oturan veya derin bir acıya, hafızaya sahip mekanlarda çalışmanın nasıl bir özel yanı var?
Travmayla ve travmatik olaylarla yüzleşmek zorunda olduğumuz bir çağdayız. Bunları daha fazla hasır altı edemeyiz. Travmalar kendilerine bir çıkış kapısı bulamadığında bizi çok kötü bir gelecek bekliyor demektir. Katlanan trajedilerle yüzleşmek bu meselenin önemli bir tarafı. Bir katliama sebep olan ve dünyanın gidişatını değiştiren bir soykırımdan ya da Hiroşima’daki atom bombasından bu yana yaşadığımız yer
aynı değil. Dünyamızı bir bütünlük içinde algılayabilmek önemli. Hafıza bu anlamda yalnızca bir ayakizi değil, geçmişle geleceği birbirine bağlayan ve gelecek için bir ferah bir alan yaratan yegane unsur.
İşlerinizin bazılarında kendinizi ifade edişiniz, yapının işlevselliğinden daha belirgin gibi görünüyor. Buna katılıyor musunuz?
İşlevselliğin ayrıştırılabilir bir şey olduğunu düşünmüyorum. Her durumda mutlaka mevcut. Bu anlamda bana göre soyut bile kalıyor diyebilirim. Bir ev, sokak, şehir planı veya anıt inşa ettiğinizde bir bütünlük içinde, kategorilere ayırmadan hayatın kendisini düşünerek bunu yapıyorsunuz. Akademide de konuya böyle bir bütünlük içinde yaklaşılır.
Fırsatınız olsaydı yeniden tasarlayacağınız veya inşa edeceğiniz bir projeniz var mı?
Hayır. Çünkü tasarımı deneysel bir alan olarak görmüyorum, aksine çok pratik
bir meslek. Mimarlığın teori ve pratiğin sınırlarının ötesine geçen ve gerçek zamanlı bir sonuç ortaya koyması gerekiyor. Mimari bu anlamda anakronizm olamaz. Mimarlık deney yapmak değildir.
Mimarlığın da içinde sayıldığı yaratıcı endüstrilerde, cinsiyet
ayrımı konusunda bir hassasiyet ve süregelen tartışmalar söz konusu. Sizin bu konudaki yaklaşımınız nasıl?
Cinsiyet meselesinin yarattığı duvarların karşısındayım elbette ve bu konudaki yaklaşımım çok kuvvetli ve net. Küresel ölçekte kadınlara uygulanan ayrımcılığın her anlamda çok olumsuz sonuçlar doğurduğunu düşünüyorum. Bana göre cinsiyet eşitliği
ve ötekini kabul etme meselesi çok önemli. Mimarlığın anahtar kelimelerinden biri de “öteki”. Daha önceki sorulardan birinde bunun konukseverlik olduğunu söylemiştim ama “öteki” daha önce geliyor. Çünkü temelde mimari bizim için değil, “öteki” içindir.
Geçtiğimiz yıl Frankfurt’ta gerçekleşen One Day in Life için farklı alanlardan müzisyenlerle bir arada çalıştınız ve müziği, kentsel mekanı ve insanın varoluşunu soyut bir şekilde buluşturdunuz.
Frankfurt’ta mimarlık adına ne yapabilirim diye düşündüm ve bir anda bina dışında
bir şeyler inşa ederek, insanların içinde yaşadıkları kente dair algılarını değiştirecek bir proje üzerine düşünmeye başladım. Aklıma ilk genel müzik performansıyla
ilgili bir şeyler yapmaktı, burada hem
eski hem çağdaş anlamda kendi sevdiğim müziği kullanarak bir iş ortaya çıkardım.
Bir boks ringi, kentin çok yoksul bir mahallesi, göçmenlerin yaşadığı yerler,
eski bir hastanenin ameliyathanesi ve tren istasyonu gibi alışılmışın dışında mekanlarda çok önemli müzisyenlerin performansları gerçekleşti. Yalnızca batı klasik müziği
yoktu projede. Hint Müziği gibi farklı duygu formlarının olduğu müzikler de kullandım.
Tasarım ve mimarlık dışında, bize biraz kişisel bir sorgulamanın
sinyallerini veren keşif projeleriniz de var. Bu projelerin arkasında gerçekten kişisel bir sorgulama mı var?
Kişisel sorgulama devamlılığı olan bir süreç. Mimarlığın kendisi merak etmek üzerine kurulu. Meraksa soru sormakla ilgili. Pek çok insan mimarlıktan cevaplar ortaya koymasını bekliyor ama mimarlık dünyasının en önemli yapıtları hep kritik sorular ortaya koymuştur. Ayasofya, Piramitler, katedraller, camiler gibi pek çok yapı temelinde insanlığa, neredeyiz, neden burdayız, nereye gidiyoruz gibi sorular sorar. Mimari, soru sormadığı noktada, hayatın kendisini unutmamıza neden olan bir uyuşturucudur.