Yazı: Kaan Müjdeci - XOXO The Mag Sonbahar/Kış 2019-2020
Fotoğraf: Emre Ünal
1. Gün
İçimdeki o muhteşem şefkat duygusuyla ona baktım. Elbette öldürmeyecektim. Bunun eğitimini çoktan aldım. Onun hayatını her an sonlandırabilecek olma kudretimi düşünerek, yavaş yavaş ölüşünü izleyecektim...
2. Gün
Ölmesine ne kaldı ki şunun şurasında? Ta çocukluğumdan hatırladığım kokusu hala var mıydı acaba? İçi buğday yüklü bir traktörün arkasında yaptığım yolculuğu hatırlıyorum. Buğdaylar ne acayip şeyler... Biçerdöverin bıraktığı kılçıklar ara sıra çıplak ayaklara batar. Ayakkabı giyilmez römorkta. Yani, yazın hiç ayakkabı giyilmez zaten de... Köy çocuklarından terlik bile giymeyenler olur. Ama şort giyemez köylü çocukları. Buğday dolu römorkun arkasında sebepsiz oturmazlar. Ve mesela, bu kokuyu onlar duyabilir mi? Sormadım hiç, uzun bir muhabbetim olmadı. Bu kokuyu çok iyi tanıyorum, bu o. Ve buğday çayıra dökülürken ve ara ara ezilirken... En çok da ezilirken... Yanlışlıkla ya da bilerek. Korkarak ya da korkamayarak. Ezilince çıkan o koku. Kaşındırır bu buğday ama bir saman tozu kadar acımasız değildir. Ya da ne bileyim, bir arpa tanesi hiç değildir. O yüzden en zevklisi buğday römorkudur. Bunu kimse bilmez. Köy çocuklarının ve bu kokunun Kyoto’da var olduğuna emin olduğum, cinsi aynı böcek de bilmez.
3. Gün
Camda dolaşıyor. Ve bazen aniden atarlanıyor. Ve tak diye vuruyor cama. İkimiz de buradayız. Aynı odada, aynı zaman diliminde, aynı mekanda. Kaç yaşında acaba?
4. Gün
Duvardaki yürüyüşüne bakıyorum. Tavana filan konabiliyor, ara sıra yere iniyor. Konabiliyor dedim fakat uçtuğunu da hiç görmedim. Hep köy tecrübesinden... Oradakiler uçuyordu, bunu uçarken hiç görmedim. Canını bağışladığım bu hayvanın ne zaman öleceğini düşünmeye başladığımın dördüncü günü. Düşüncem aynı.
5. Gün
Artık daha çok yerde görüyorum, belki yorulmuştur. Ölecek artık diye düşünüyorum. Aklıma camı açıp çıkması falan gelmiyor. Vegan olmak gibi bir şey bu benim için, daha hazır değilim... Nasırıma baktım.
6. Gün
Bu nasırımı ne yapacağım? Japon teknolojisi bunu çözer. İntikam duygum var ona karşı. Nasıl bir şey ki bu, benden izinsiz senelerdir vücudumda? Ne yaptıysam gitmiyor. Köklü, sert, tam ayağımın, tam, tam baş parmağımın hizasında o en baştaki şişkinliğin orada. Aslında bana pek zararı yok, bunu da ölmesi ve beni terk etmesi için bırakabilirdim. Fakat denediğim yöntem senelerdir işe yaramadı. Ara sıra saldırılarım oldu fakat hep yarıda bıraktım. Nasırımın beni terk edişini istemeyen halimin sonuna geldim. Şimdiye kadar hep azar azar zehirleyip uzun zaman onu rahat bırakmıştım. Peki ya bu böcek? Ona karşı hiç böylesine sadistçe davranışlarım olmadı. Öleceğine eminim. İçimde onun benden önce öleceğini bilmenin rahatlığı var. Bu ilişki ölümle sonuçlanacak ve bitecek. Ve buna ben sebep olmayacağım. Buna sebep olan, onun kendi zamanının bitişi. Aynı zamanı, aynı mekanı yaşıyoruz. Ve altıncı gün de ölmeyen o böcek, yıllarca benimle olan ve artık öldürmek istediğim nasır. Tek tek başlayalım; önce nasırımı bu sefer sert bir şekilde ölüme yollayıp gücümü doğaya kanıtlarken, bu böceğin kendi kendine ölümünü seyrederek saygımı belirteceğim. Onu da öldürebilirdim tabii ki...
7. Gün
Her yedinci gün bir hafta mıdır şu küçücük odada? Marketteki Japon kıza nasırı tarif edişim ve onun anlayışı... “En.” dedim, “En, en, en.” dedim. Hatta önerdiği ikisi arasında, “Ama en, en, en, en.” dedim. Biri jel, diğeri bant şeklindeydi. “Ama en.” dedim. “Ötekilerini unut, bu ikisi en...” “Ama biri jel, diğeri bant şeklinde. Sen hangisini istersin?” dedi. Yani, ben kesinlikle öyle dediğinden eminim. İkisini de aldım. Bu savaşı kaybedecek değilim. Doğanın öldürdüğü bir böceğe nasırımla katkı sunup onu vücudumdan zevkle atacağım. Eve geldiğimde ne kadar mutluydum. Silahlarımı masanın üstüne koydum, duşta sıcak suyu açtım, ısınsın. Bir kral savaşa hazırlanıyor, çekilin... Tertemiz olmalı. Bu savaşın galibi her ne kadar belli, ezici üstünlük bende olsa da, bunu bir ritüele çevirmeliyim.
Üzerimi yavaşça çıkardım. Tacım. Kılıcım. Yerde gezinen böceğe baktım. Yine bağışladım seni diye düşündüm. İstesem onu da öldürebilirdim. İstersem onu da öldürebilirdim... Tekrar tekrar söyleyebilirim. Bu savaş ritüelinin arasında kim vurduya giderdi. Kim bana hesap soracaktı, kim? Şu an, tam şu an onun tepesine bassam ve onu yavaş yavaş ezsem... Kim ama kim bana karşı koyabilecekti? İncecik bacakları, kim bilir, belki uçabilen bir yapısı, sert de bir kabuğu vardı, tamam. Belli ki uçamıyordu; uçsa niye hep yerde gezsin? Ne yapabilirdi bana? Şu şanlı tarihimi birazdan yazmaya başlamama engel olabilir miydi yaşlı böcek? Aynı odayı lütfumla paylaştığım... Yok, öyle demeyeyim. Paylaşmak sözcüğü nedense ağırıma gidiyor. Bir böcekle aynı odayı paylaşmak, aynı havayı solumak. Şu yerde gezinen sefil böcekle aynı yerlerde gezinmek. Bir an üzüldüm. Ama sezdirmedim.
8. Gün
Nasır bandını önce hafifçe temizlediğim yere yapıştırdım. Ordularımın en narin askerlerini titizlikle yöneten bir komutan gibiydim. Bir işi bitirmek, yenmek, temizlik ve en önemlisi kazanmak! Bunlar hoş duygular tabii... Şu yeni tanıştığım nasır bantları bir bir feda edeceklerdi kendilerini; ki bu benim için ayrı bir hüzündü. Fakat daha büyük hüzünse, senelerdir her kontrollü savaşımda bir türlü cesaret edemeyip yok etmediğim nasırımdı. Yok, cesaret edemediğim demeyeyim. Ya da diyeyim... Şimdi burada güç neredeydi? Güçlü olup bu nasırı vücudumdan tüm anılarımıza rağmen söküp atıp yeterince mücadele etmek mi? Yoksa güçlü olup onunla yaşayıp onu yok etmeye cesaret edememek mi? Neydi şimdi bu kendimi aciz hissetmemin sebebi? Hangisiydi güçlü olmak?
Şimdiye kadar çok güçlüydüm ve ona ara sıra acı çektirip ve fakat ondan asla ayrılmadığım kontrollü bir birliktelik miydi? Yani, kalacağını bildiğim, ben istemedikçe gitmeyen ve onu gönderebileceğimin verdiği gücün farkındalığıyla, içten içe sevinerek yaşadığım o zevk miydi? Yoksa şimdi tüm güçsüzlüğümle elimde ne varsa saldırıp kararlı şekilde yok edecek oluşumun gücü müydü? Bu güçlerin hangisi güçtü benim için ve hangisiyle övünmeliyim? İkisi de bir boşluk bırakıyor içimde. Tatmin edilmez bu duygunun sebebi o nasıra alışmış olmam mı? Ara sıra, nadir de olsa, o ayakkabıya bastırdığımda varlığının verdiği haz mı? Yok edebilme ama tercihen etmeme hazzı mı?
Yoksa yalnızlıktan mı korkuyorum?
Böcek nerede?
9. Gün
Pencerenin önünde. Ve dün de ölmemiş. 00.00’den önce uyuyuşumda, uyanır uyanmaz öylesine bir ölüyle karşılaşacağım duygusu beni üzüyor. Artık bir noktada ölmeli. Ona bağışladığım bu zamanı ve mekanı paylaşma... Of! Bu sözcükten hep ama hep rahatsız oluyorum; doğrusu ne? Hangisi beni tatmin edecek? Ayağımı iyice yere bastırdım. Nasır, banda değdikçe eski bir arkadaşımın dediği gibi, James Baldwin’in İstanbul’da ayakkabıcıya ayakkabısını boyatırkenki fotoğrafı geldi aklıma. Bir beyaz olmuştu o an adam. Bu nasıl bir zevkti? Bir beyaz olmuştum ben, bu nasıra, bu böceğe karşı o an. O andı işte... Sabırlı bir nasırla karşı karşıya olduğumu biliyordum. Kalbime ince bir sızı gönderdi. Ve bu bir klasik. Hep bu şekildeydi ilişkimiz. Böcek, nasır, ben. Kahve yaptım. İçiyoruz.
BUNLARI DA OKUYUN
İlham almak veya geri adım atmak üzerine.
Ali Tufan Koç'un yazısını bu iki histen yalnızca birini seçerek okuyun.
Işıl Eğrikavuk, XOXO The Mag'in yeni sayısı için yazdı.
Bala Atabek, XOXO The Mag için yazdı.
KATEGORİ
YAŞAM
TARİH
24 ARALIK 2019
ETİKETLER